Helikopter kazası, canlı yayınlara son dakika haberi olarak geçtiği an rahmetli babamla
beraberdik. Ve ilk tepkisi şu olmuştu “başkanın başını yediler.”
Muhsin başkan, ülkemizin yetiştirmiş olduğu ender siyaset adamlarından birisidir. Tüm hayatı,
mukaddesat uğruna vermiş olduğu mücadelelerle dopdoludur. Sadece ülkemizde değil gönül
coğrafyamızın en ücra köşelerine kadar mücadelesinin izleri tazeliğini muhafaza etmektedir. Tanrı
Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar da Müslüman bir şahsiyettir.
Muhsin başkan, yaşantısı, mücadelesi, büyük birlik tasavvuru, duruşu ve tavrıyla siyasi
mücadelenin nasıl olması gerektiğini bizlere göstermiş abidevi siyasi bir simadır. Bütün hayatı
boyunca ülküsü için çalışmış ve mücadele etmiştir. Zafer belki nasip olmamış ama seferde olarak
kulluk vazifesini yerine getirmiştir. Hücrelerde yıllarının heba olmasına sebep olanlar dahi delikanlı
duruşuna ve ülküsüne hak vermişler takdir etmişlerdir. Günlerce aylarca işkence edenler bile
samimiyeti karşısında pişmanlıklarını saklayamamışlardır. Neticede de elim bir kaza sonucu şehit
edilmiştir.
Çok önemli bir nokta vardır ki o da Muhsin başkanın durdurulmuş olmasıdır. “Kim şehit etti”
sorusundan ziyade ben şu sorunun cevabı peşine düşmek isterim “kimler neden durdurdu?”
Çünkü başkan, Türk – İslam Medeniyet mefkûresi yolunda bin yıldır dünya mazlum ve
mağdur milletlerine mihmandarlık yapan Türk Milletinin kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin, yeniden cihan devleti olma yolunda en büyük mihenk taşlarından birisiydi. Böyle bir ülkü
peşinde uykularından feragat eden Muhsin başkan, Türk Milletinin cihana hükümdar olmasını
istemeyen dış mihraklar ve ülkemiz içerisinde ki taşeron güruhun birlikte yürüttüğü operasyonla Keş
dağlarında durdurulmuştur. Fazla da komplo teorilerine gerek yoktur.
Çünkü Çeğen tepesinde Enver Paşayı, silah fabrikası kurup silah sanayisini geliştiren Nuri
Paşayı, Bağdat Paktını kuran Adnan Menderesi, gümüş motor fabrikasını açıp ağır sanayi hamlesini
başlatan Necmeddin Erbakan’ı, milli yazılımlar üzerine çalışan Aselsan mühendislerimizi, Isparta’da
düşürülen bilim insanlarımızı taşıyan uçağı; Abdullah Çatlı’yı, Bedri İncetahtacı’yı, Necip
Haplemitoğlu’nu, Kâşif Kozanoğlu’nu, uğur Mumcuyu, Adnan Kahveci’yi, Turgut Özal’ı… kimler
durdurduysa; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar büyük Türk dünyası için siyasi sahada çalışan Muhsin
Başkanı da onlar durdurmuştur.
Bu değerli vatan evlatlarını durduranlar çok iyi biliyorlar ki yüce Türk milleti, güç sahibi olduğu
zaman, onlar dünya üzerinde istedikleri gibi sömürge ve modern köle edinemeyecekler, katliamlar
yapamayacaklar, istedikleri ülkeyi demokrasi kılıfıyla işgal edemeyecekler, yer altı ve yer üstü
zenginliklerini çalamayacaklar…
Batı, asla vicdanlı ve ahlaklı olmamıştır. Nerde katliam varsa batının parmak izi orada
bulunmuştur. Tarih boyunca işgal ve işkence etmiş, sömürmüş, çalmış, tecavüz etmiş, katletmiş ve
harap etmiştir. Bütün bu olumsuzluklarına karşı, doğu yani İslam ve onun sancaktarı Türk Milleti,
daima yapıcı, onarıcı, ihya ve inşa edici olarak davranmıştır ve insanlığı bu şekilde muhatap kabul
etmiştir. Ulaştığı yerlerde daima şehirleri imar etmiş, insanlığın faydasına müesseseler kurmuş,
merhamet ve adalet vasıflarıyla dil, din, renk, ırk, mezhep gözetmeksizin mazlum ve mağdura
mihman olmuştur.
İşte asıl gaye, yapacakları bütün haksızlık, hırsızlık ve adaletsizlik karşısında görmek
istemedikleri böyle bir milletin cansiperane çalışan yerli, milli, manevi, vicdanlı ve ahlaklı vatan
evlatlarını durdurmaktır. Zaman zaman da bunda başarılı olmaktadırlar. Ve işte durdurulan bir vatan
evladı da şehit Muhsin Yazıcıoğlu’dur.
Muhsin başkanın bir hayali ve ülküsü vardı. Adriyatik’ten Çin Seddine kadar İslam’la
yoğrulmuş bir Türk dünyası hayal ediyordu. Bunu kendisine ülkü edinmiş ve bu ülkü etrafında Büyük
Birlik Tasavvurunu lif lif örmeye başlamıştı. Bu tasavvurunu da siyasi kürsü etrafında hayata
geçirmeye çalışmaktaydı. Bu bağlamda da çok sağlam ve köklü bir çığır açmıştır.
Ve şimdi bizlere düşen Muhsin başkana hayır dua etmek kadar, onun bu tasavvuru etrafında
da fikir beyan etmektir, mefkûresini canlandırmaktır, büyük birlik ülküsünü kaldığı yerden hayata
tatbik etmektir. Fikir ve hareket bağlamında bu ülküyü devlet politikası haline getirmektir. Çünkü
Muhsin başkanın “bir hayalim var” diyerek aslanlar gibi kükrediği ülküsü bizler için ödevdir. Bu
ülküyü hayata tatbik etmemiz ve bu fikir çizgisinde hareket etmemiz, kanaatimce Muhsin başkanı en
güzel şekilde yâd etmek olacaktır. Çünkü başkan hayatta olsaydı bu hayali veya ülküsü uğrunda
mücadele edecekti.
Netice itibariyle diyeceğim şudur ki, Muhsin başkanın büyük birlik tasavvuru uğrunda
kendisini bir alp-eren gören her kim varsa, bu ülkünün can bulması hususunda vazifeli bir neferdir. Bu
vazife tüm Türk milletinindir.
Bu düşüncelerle şehit Muhsin başkanı hayırla yâd ediyorum. İyi bir kul olduğuna da şahidim.
Ülkemiz, milletimiz ve mukaddesatımız için temellerini attığı ülküsünü ülkü olarak kabul ediyor, bu
minval üzere mefkûre adını verdiğim fikir atölyemde davasını dava edinmiş alperen ruhumla kendimi
sorumlu hissediyorum.